Giriş

'90'lı yılların başları, Türkiye devrim mücadelesi açısından yeni bir sürecin başlangıcıdır Bir alt-üst oluş sürecidir bu yılıar. Toplumsal muhalefet dinamiklerinin önemli bir ivme kazandığı, Kürt ulusal kurtuluş mücadelesinin zirveye ulaştığı, sistemin derinleşen krizine çareler bulmak ve yükselen muhalefeti düzen sınırları içine çekmek için her türlü yönteme başvurduğu, bir yandan anti-terör yasalarıyla devrimci hareketin geleceğini boğmaya hazırlık yaparken. diğer yandan 141-142 gibi maddeleri Türk Ceza Kanunu'ndan kaldırıp. 12 Eylül tutsaklarını da kapsayan "şartlı tahliye"lerle "genel af" görüntüsü yaratarak toplumu adeta "demokratikleşme" görüntüsüyle avuttuğu yıllardır bu yıllar.

12 Eylül yenilgisini henüz üzerinden atamamış solun bir kısmının iç sorunlarla boğuştuğu, bir kısmının ise yükselen toplumsal muhalefetin dinamiklerini bir an önce kendi saflarında toparlamak için her türlü ideolojik-politik sorunu bir kenara bırakıp, diğer gruplarla kıyasıya bir rekabete giriştiği, bir yandan mücadele sertleşip keskinleşirken bir yandan da sağa savruluşun. yasallaşma eğilimlerinin solun önemli bir kısmını etkisi altına aldığı bu çok yönlü ve karmaşık süreç işlerken, alttan alta, sosyalizmin dünya çapındaki yenilgisinin Türkiye toprakları üzerinde de etkisini giderek hissettirdiği yıllardır bu yıllar aynı zamanda.

Ve bu genel tabloda, dostun da düşmanın da dikkatini üzerine toplayan bir güç vardır: DEVRİMCİ SOL!

Gerek demokratik muhalefetin örgütlenmesinde, gerekse silahlı mücadele alanında kitlelere net mesajlar veren, düşmana etkili darbeler vuran seçkin eylem çizgisiyle öne çıkmış bir isimdir bu süreçte Devrimci Sol. Düşmanın da, solun ve demokratik kesimlerin de ilgisini üzerinde yoğunlaştırdığı, dikkatle izlediği, gelişmeye açık bir yapı durumundadır. Kuşkusuz pek çok eleştirinin de hedefi durumundadır bu süreçte. Ancak haklı-haksız tüm bu eleştiriler, Devrimci Sol'un olumlulukları ve geleceğe dönük taşıdığı dinamikleriyle bir arada ele alındığında geri plana düşmektedir. Ardarda verdiği kayıplara, yıtırdığı onlarca önder kadro ve militanına rağmen, düzen karşısındaki uzlaşmaz tutumu ve savaşçı kimliğiyle, tüm dost güçler nezdinde saygın bir konumdadır.

Pek çok yapının ayrılıklar, bölünmeler yaşadığı, iç sorunlarla cebelleştiği bu süreçte, düşman karşısında verdiği tüm kayıplara rağmen ayakta duran, iç bütünlüğünü koruyan, dışarıdan gelecek her türlü saldırıya karşı birbirine kenetlenmiş insanlardan oluşmuş bir yapı görünümündedir. İç işleyişimizi, sorunlarımızı, tıkanıklıklarımızı bilmeyen sol nezdinde devrimci hareketimiz, adeta tek sesli bir orkestradır.

İşte böylesi bir süreçte gündeme gelen ayrılık, devrimci kamuoyunda ilkin bir şok etkisi yaratırken hemen ardından "böyle gitmeyeceği belliydi, eninde sonunda bir yerde patlak verecekti" kanısı hakim olmuştur.

Daha ayrılığın devrimci kamuoyunda yarattığı şaşkınlık geçmeden, "darbe", "ihanet" çığlıkları arasında tırmandırılan şiddet olgusu olayların akışını belirlemiş, yaratılan kaos ortamının tozu dumanı arasında bir devrimci hareketin geleceği boğulmak istenmiştir. Tasfiyeciliğin, ideolojik-politik hesaplaşmadan kaçmak işin başlattığı tüm bu saldırı dalgasının ardında yatan gerçeklikler nelerdi? Bu sürecin tozu-dumanı arasında yeni bir isimle kendilerini "parti" ilan edip, Devrimci Sol'u tarihin mezarlığına gömebileceklerini sananların kaçtığı gerçekler neydi? Yarattıkları yıkım ve tahribatın üzerinde "kontra", "darbe", "ihanet" çığlıkları atarak "ölüm dansi" yapanların, üzerinde tepindikleri değerlerin bir örgüt kimliğiyle yeniden karşılarına dikilmeleri karşısında bugün yaşadıkları telaşın kaynağı ne?

Devrimci hareketimizin 6 yılına mal olan bu sürecin yaşanmışlıkları nelerdir, bu örgüt neler yaşadı, yaşadıklarını bugün nasıl izah ediyor, yaşadıklarından ne tür dersler çıkardı ve geleceğe yönelimi ne? İşte tüm bu soruların, sadece devrimci hareketimiz üye ve taraftarları değil, devrimci kamuoyu ve halk yığınları nezdinde de net cevaplara kavuşması gerekiyor. Bir dönemin kapanmış sayılabilmesi için, önce devrimci hareket insanlarının, solun ve halkın karşısına bu gerçeklerle çıkmak gerekiyor. Kuşkusuz bu görevin, yaşanan sorunların örgüt mekanizmaları içerisinde gözümünün tıkandığı ve ayrılığın devrimci kamuoyunun gündemine girdiği günlerde yerine getirilmesi gerekiyordu. Ancak devrimci hareketin bu tarihsel görevi yerine getirmedeki gecikmişliği, yine bu sürecin kendisinde açıklamasını bulacaktır.

Burada kisaca özetlemek gerekirse sürecin gelişimi şudur: '92 Eylül'ünde başlayan, '93 Mart'ında kamuoyuna yansıyan bu sürecin ayrılıkla sonuçlanacağını önceden kestiremeyen devrimci hareketimiz, sorunun gözümünü kadrolar platformunda görmüş ve kendi açısından süreci bu şekilde biçimlendirmeye çalışmıştır. Ancak tasfiyeci hizbin kadrolar platformunun oluşturulmasını engellemeye yönelik çabaları, sorunun magazin boyutlarıyla tabana ve genel kamuoyuna açılması, 6 Mart operasyonu ve bunu fırsat bilen tasfiyeci çetenin "ihanet" çıglıklarıyla fiziki saldırı sürecini başlatması gibi nedenlerle sürece bir kaos ortamı hakim olmuştur 13 Eylül Inisiyatifinin misyonunu taşıyan önder kadrolardan Bedri ve Gürcan yoldaşlarımızın 6 Mart operasyonunda katledilmeleri, bir irade zaafına da neden olmuştur. 19 bütünlüğün sağlanmasında, devrimci iradenin güçlendirilmesinde, 13 Eylül'ün misyonunun sürdürülmesinde objektif bir zaafı ortaya çıkaran bu durum, devrimci hareketin bu süreçte kendini ifade edecek araçlardan da yoksun kalmasıyla bütünleşince (yayın dahil tüm legal kurumların tasfiyeciliğin egemenliğinde kalması nedeniyle) gerek örgüt tabanında, gerekse genel devrimci kamuoyu nezdinde ayrılık noktalarının tartışılması sağlanamamıştır. Olayın ideolojik-politik-örgütsel boyutları ciddi bir analiz içerisinde ele alınamayınca, ülkemiz solunun -ve elbette onun bir parçası olarak devrimci hareketin- taşıdığı sosyal-kültürel zaafların da etkisiyle olayların magazin boyutu öne çıkmış, sürer, spekülatif bir gelişim göstermiştir. Bu süreçte tartışılan daha çok, kimin hangi tarafta yer aldığı, kimin gücünün ne olduğu ve siyasi dedikodu olarak tanımlanabilecek şeylerdir. Bu süreçte tasfiyecilik, tam da bu geriliğe oynamıştır. Bir yandan fiziki saldırılarını tırmandırırken, diğer yandan solu ve devrimci hareket tabanını siyasi magazin ve spekülasyon çemberine almış, seviyeli bir politik tartışmanın-değerlendirmenin önünü almak için her gün yeni bir malzeme ortaya atmıştır. Sorunlarımızın ve ayrılığın nedenleri-niçinleri bu toz duman arasında kalmış, bu kaos ortamında spekülatif yöntemlerle kitlesini kemikleştiren DK kendi örgütünü kurup ayrılığı ilan ederken, yaşanan sorunu "ihanet", "darbe" vb. kavramlarla teorize etmiştir. Devrimci hareketin, sorunun bu tarz ele alınmasının önüne geçmeye, gerçeklerin kamuoyunda bilinmesini sağlamaya yönelik çabaları devreye girse de, yetmezliklerimiz, kültürel çarpıklığımız, dezavantajlarımız, vb. etmenler sorunlarımızı daha da ağırlaştırdığından, bu çabalar kendimizi kamuoyunda ifade edecek bir konuma getirememiştir. Süreçle, sorunlar birike birike, kendi içimizde erozyon yaşanmasına, örgütlenmede ve mücadelede ivme düşüklüğüne neden olmuş, adeta küçük bir grubun ayrılığı olarak görülüp unutulmuştur.

Yer yer DK tasfiyeciliğiyle yaşadığımız sorunlar, çatışmalar, polemikler kamuoyunda gündeme girse de, genel olarak bu süreç devrimci kamuoyu nezdinde karanlıktadır. Olayların sıcağı-sıcağına yaşandığı günlerin doğrudan tanığı olmuş insanların tanık oldukları bu olaylara ilişkin anıları dışında, genel olarak solda, ayrılık sürecimize, nedenlerimize, yaşadığımız çatışmalara, uğradığımız saldırılara ilişkin hemen hiçbir şey ya hiç bilinmemekte, ya da tasfiyeciliğin yalan ve çarpıtmaları nedeniyle yanlış bilinmektedir. Oysa bu ayrılık süreci, sadece devrimci hareketimiz açısından değil, yarattığı kirlenme ile genel olarak solda da bir değer kaybı ve erozyona yol açmış bir tarihsellik taşımaktadır.

Tasfiyecilikle bütünleşen şiddet olgusunun devrimci değerlerde yarattığı tahribatın gün ve gün yayılarak bütün bir solu etki altına aldığı bu süreç; halk yığınları nezdinde sosyalizme ait tüm değerlerin, güzelliklerin, sıcak bağların üstüne ürkütücü bir şiddetin soğuk gölgesinin düştüğü yeni bir dönemi ifade etmektedir.

Artık çocukları devrimci olan aileler; çocuğunun sadece devlet tarafından katledilmesinden, zindanlara atılmasından, işkence görmesinden değil; kendi arkadaşları tarafından "infaz edilmesinden", kaçırılmasından, sorgulanmasından da korkmaya başlamışlardır. Artık "yoldaşlık" kavramı iki ucu keskin bir kılıç gibidir. Dün birlikte düşmana kurşun sıkanların, işkence tezgahlarında ve zindanlarda birlikte direnenlerin, her türlü acıyı ve sevinci birlikte karşılayanların, yarın birbirlerine kurşun sıkmayacağının, birbirine pusu atmayacağının, birbirini kovalamayacağının hiçbir garantisi yoktur halk nezdinde.

Kahramanlık ve korkaklık, devrimcilik ve hainlik her an yer degiştirebilecek kavramlardır. İhanet, işbirlikçilik, ajanlık, karşı-devrimcilik vb. kavramlar hiçbir objektif kritere sahip olmayan, yapıdan yapıya değişen ve devrimci saflarda en ucuz tüketilen kavramlar haline gelmiştir. Sadece devrimciler değil, devrimcilere evlerini aran, yoksul sofrasını paylaşan halktan insanlarda bu şiddetin gölgesi altındadır. Anlamadığı, kabullenemediği kriterlerle hain. karşı-devrimci vb. ilan edilmiş devrimcilere evini açmaya, sofrasını paylaşmaya devam ettiği için artık sadece devletin değil, kendisine devrimciyim diyen yapıların da hedefi haline gelmektedir. Gecekondusu basılmakta, kundaklanmakta. tehdit edilmekte, şiddete maruz kalmaktadır. Umutsuz bir yakarışla "hepiniz benim çocuklarımsınız, hepiniz devrimcisiniz" diyerek giriştiği arabuluculuk çabaları, ne kendisini, ne de sevdiği devrimcileri şiddete maruz kalmaktan kurtaramamıştır.

Bu ülke için, bu halk için evlatlarını toprağa vermeye razı olan, "Oğluma sütüm helal olsun!" diyen analar, ikinci evladının, düne kadar çamaşırlarını yıkadığı, yoksul sofrasını paylaştığı, polisten sakladığı, şubelerde, cezaevlerinde yalnız bırakmadığı, kendi evlatlarından ayırmadığı eski yol arkadaşları tarafından katlediliğine tanık olmuştur. 6 Mart'ta katledilen Bedri yoldaşımızın annesi Nevin YAĞAN'ın, yoldaşımızın mezarı başındaki haykırış1arı, en sağırlaşmış vicdanları kanırtacak, kendisine devrimciyim diyen herkesin yüreğinde isyan uyandıracak çarpıcılıktadır: "Allahım, sana şükürler olsun ki oğlumu polisler vurdu. Ben yoldaşları katledecek diye korkuyordum!" Halk, sol içi şiddetin etkisini en fazla yaşayan olmuştur. Her türlü devrimci değerin nasıl basit çıkarlar uğruna ayaklar altına alındığının, yoldaşlık, adalet, halk sevgisi, devrimin çıkarları vb. kavramların nasıl içinin boşaltılıp dejenere edildiğinin en yakın tanığıdır. Bu yüzden de devrimcilere karşı güvensizleşmiş, ilişkilerine mesafe koymuştur.

Bu süreçte kaybedilenler; on yılların emeği ile can bedeli, kan bedeli kazanılmış değerlerdi. Bu değerlere karşı ilgisizlik, duyarsızlık, solu giderek bir çürüme, yozlaşma ortamına çekecekti. Bugün bir bütün olarak devrimci değerlerin üzerine düşen bu gölgeyi; sol içi şiddeti devrimci saflardan söküp atmadıkça, kaybedilenlerin tamiri mümkün değildir. Devrimci değerler üzerinde kara bir leke gibi duran bu gölgeyi yok etmek, onun üzerine ışık tutmaktan geçiyor. Onun kararttığı gerçekleri aydınlatmak, devrimci değerleri bu ışıkta yıkayıp yeniden halk yığınlarına sunmak, sosyalizmi, devrimciliği yeniden inanılır kılmak gerekiyor.

Bu sürecin yaşanmışlıklarını, yaşandığı dönemdeki kaos ortamının tozu-dumanı arasında sol tarafından yeterince kavranamayan boyutları ile gözler önüne sermek, resmi tarihçiler tarafından tahrif edilen ve unutturulmaya çalışılan bu tarihe ışık tutmak. tanıklık etmek sadece bugüne ilişkin bir görev değil, gelecek kuşaklara karşı da borcumuzdur. Devrimci hareket olarak bir dönemi kapatırken, bu borcu yerine getirmek zorundaydık.