GELENEK TEMSİLCİSİ PAYESİ DAĞITMAK MLKP'NİN GÖREVİ DEĞİLDİR! DEVRİMİ TEMSİL ETMEK MÜCADELEDİR; MLKP'NİN TEORİSYENCE TAHLİLLERİ DEĞİL!..

"Yeni Bir Birlikle Daha Büyük Atılımlara Doğru" başlıklı, 8 Haziran tarihli, MK imzalı birbildiriyle Birleşik Devrimci Güçleri selamlayan MLKP; birliğin çerçevesi ve beklentileriyle ilgili değerlendirmeleri yanında, devrimci hareketimize yönelik küçümseyici ve düşmanca bir tavır sergilemiştir.

MLKP'nin neden devrimci hareketimize saldırdığını, düşmanca bir üslup kullandığını anlamak zor olmasa gerek. MLKP'nin gerek Birleşik Devrimci Güçler Kuruluş Bildirgesine düştüğü muhalefet şerhi, gerekse 8 Haziran tarihli MK imzalı bildirisi, DHKP-C'den gelecek salvo atışlarına karşı kalkan oluşturmak amacıyla başvurduğu oportünist bir taktikten başka bir şey değildir. DHKP-C'nin devrimci hareketimize yönelik yaklaşımlarını, onunla kurduğu ittifak süresince benimseyen ve onunla aynı kulvarda yürüyen MLKP, bu şerh ve bildirilerle DHKP-C'ye bir dönemin diyetini ödemektedir.

MLKP'nin sorunu bundan ibaret değildir. Kendi iç sorunlarını şiddetle bastırma yönteminde DHKP-C'yi kendisine örnek almış olan MLKP, birlik görüşmelerinde muhatap olarak bulunmayan bir yapıyı tartışıp onunla ilgili bir konum dayatmanın zemini bulunmadığından, bir şeylerin önünü bugünden almak uğruna devrimci hareketimizi kendine basamak yapmak istemektedir. Her örgüt, kendi kulvarında, kendi benimsediği tarzda politika yapma özgürlüğüne sahiptir. Ancak MLKP, devrimci olmayan bir üslup ve davranış içerisinde ve devrimci hareketimizi basamak yaparak politika yapmak serbestisine sahip olduğunu düşünmemelidir. MLKP, "politika yapma" adına iddia ve çapını aşan sözler sarf etmekten kaçınmalıdır. Tüm bunların gerek devrimci hareketimiz nezdinde, gerekse kendi tabanında özeleştirisini vermek zorunda kalacağını hesap ederek, yarın-öbürgün savunamayacağı bir davranış ve tutumdan kaçınma özenini göstermelidir. Bu, MLKP'ye dostça bir uyarıdır.

MLKP, 8 Haziran tarihli bildirisinde: ”...Partimiz ‘Devrimci Birleşik Güçler’ Platformundan, kendisine ‘Dev-Sol’ diyen çevrenin yer almasına sonuna kadar karşı çıkmıştır; ancak muhataplarımızın tavrı nedeniyle bunda başarılı olamamıştır. Eylem birliğimizin politik programı, işlevi ve izlenecek hareket planı üzerinde birleştiğimiz bir durumda, anti-faşist mücadelede hiçbir rol oynamamış bir ‘çevre’nin böylesi bir birlikte yer almasını onaylamadık...” vb. diyerek ”Dev-Sol geleneğinin takipçisi olarak DHKP-C'yi” gördüklerini belirtiyor.

Bunlar MLKP'nin özgün düşünceleridir, istediği gibi bir değerlendirme ile kamuoyuna yansıtabilir. Bizim de kendimize özgü değerlendirmelerimiz var. Bunları kamuoyuna yansıtma gibi bir sorumluluk da taşıyoruz. Ancak bundan önce bir noktaya değinmek gerekiyor. MLKP, bu düşüncelerini platformda açık ve dürüstçe ifade etmekten çok, kulaklara fısıldayan bir yol seçmiştir. Birlik görüşmeleri süresince, MLKP'nin hareketimize yönelik muhalefetini açıklamasından önce yapılmış iki toplantı vardır. İlk iki toplantıda, Devrimci Sol'un birlik platformunda bulunmasına en ufak bir itirazda bulunmayan, kaleme alınan bildirinin ortak imza ile açıklanarak kuruluşun ilan edilmesi önerilerine itiraz bile etmeyen MLKP, bildirinin son halinin verildiği üçüncü toplantıda ”DS ile aynı bildiriye imza atmayız” diyebilmiştir. Bugüne kadar neden bu itirazın gündeme getirilmediği sorusuna ise, ikili görüşmelerde diğer yapılara bunun ifade edildiği belirtilmiştir. Muhatap olduğumuz görüşmelerde, bizim bulunduğumuz platformlarda düşüncesini açıkça ifade etmekten kaçınan MLKP, kulaklara fısıldanan sözlere bir karşılık alamamış olacak ki, 3. Toplantıda sorunu platforma getirmek zorunda kalmıştır. Kendine güvensiz, politikayı dürüstçe yapmaktan uzak, spekülatif, fiskoslarla sürdürülen yöntemlerle karşımıza çıkılmıştır.

MLKP, hareketimizi gelenek temsilcisi görmediğini, geleneği DHKP-C'nin temsil ettiğini buyuruyor. Gelenek temsilcisi payesi dağıtmak MLKP'nin görevi değildir. Gelenek mülkiyet de değildir. Bileşenlerini incelersek; TKP/ML Hareketi, 76'da ayrılık yaşadığında yaptığı gelenek tartışmasını bir hatırlasın. Geleneği kimin temsil ettiğini iddia ediyorlardı? Geleneği kendilerinin temsil ettiğini, hatta onu ideolojik-politik olarak aştıklarını, geliştirdiklerini iddia eden kimdi? TKP/ML Hareketi imzası ile ilgili o dönemde yürütülen polemikieri unutmuş olamazlar.

MLKP'nin diğer bileşenlerinden olan TKİH-Halkın Yolu, kendi geçmişini unutmuş olabilir. Ama biz unutmadık. Halkın Yolu 78'de bütün bir yapı olarak kendini feshedip 3 dünya teorisi etrafında Aydınlık'a iltihak ettiğinde, bütün yönetici ve kadrolar "artık böyle bir yapı yoktur" derken, bu iltihak politikasina karşı çıkarak direniş gösteren bir grup kadro olarak kendileri, Halkın Yolu dergisini çıkarmaya ve yapının ismini kullanmaya devam etmişlerdi. MLKWnin bugünkü mantığıyla Halkın Yolu geleneğinin ternsilcisi kim olmalıdır? Bütün bir yapı olarak Aydınlık'a iltihak edenler mi, buna direnen kadrosal düzeydeki küçük bir grup mu? Yoksa "dün dündür, bugün bugündür" mü?

Gelenek isimden ibaret birşey değildir. İdeolojik-politik hattın gereklerini yaşamda yerine getirerek sahiplenilir.

Eğer MLKP, kimin hangi geleneği temsil ettiğine ilişkin payeler dağıtmayı kendine görev addetmişse, bugün Türkiye solunda aynı isimleri taşıyan örgütlerin hangisini gelenek temsilcisi gördüğünü de yanıtlaması gerekir.

"...Geçmişin Kuzey Kürdistan'ı ve Türkiye'si artık 30 yıl öncesinin Türkiye'si ve Kürdistan'ı değildir. Dolayısıyla yapay parçalanmalarla oluşan ‘örgütler’ artık devrim için en küçük bir ihtiyaç bile degil. Birkaç kafadarın bir araya gelerek ‘örgüt kurma’ devri artık kapanmıştır. Meşru olmayan bir şeyin, meşru ilan edilmesi ve önemsenmesi, benzer gelişmelere kapı aralar" derken bir sancısı olduğunu da itiraf ediyor. Ama MLKP kendi sancıIarına teorik kıIıf hazırlamak isterken, kendi kendisiyle çelişkili ve tutarsız şeyler söylüyor. Günümüz Türkiye'si ve Kuzey Kürdistan'ın otuz yıl öncesinin Türkiye ve Kürdistan'ı olmadığı dogrudur. Ama MLKP, değişimi yanlış yerde arıyor. Birincisi; 30 yıl önceki "üç-beş kafadarın bir araya gelerek örgüt kurmasından kastı Türkiye devrimci hareketinde yeni bir gelenek başIatan THKP-C ya da o dönemin diğer devrimci hareketleri olan THKO, TKP/ML ve bu hareketlerin önderleri ise; MLKP'yi devrimci terbiyeye davet etmek gerekiyor. MLKP haddini bilmeli, Türkiye devrimci hareketinin mirası bu hareketler ve onların devrimci önderleri hakkında çapını-cürmünü aşan sözler sarf etmekten kaçınmalıdır. Yok eğer '71 yenilgisinden sonraki süreç kast ediliyorsa, bu kez de ince "tahlil"lerini gözden geçirmelidir. Çünkü "üç-beş kafadarın bir araya gelerek örgüt kurması"; dün de yanlıştı, bugün de yanlıştır. Bu tür örgütler devrim için o zaman da en küçük bir ihtiyaç bile değildi, şimdi de değil. Solun parçalanmışlığı devrim mücadelesini o dönemde de zaafa uğratıyordu, bugün de uğratıyor. Sorun, bu bölünmüş parçalanmış tabloyu ortaya çıkaran zemini değiştirme sorunudur. Bu başarıldığında, bu tür küçük yapılar ya da "kafadar" çevreleri, ya genel devrimci hareket içerisinde eriyip onunla bütünleşecek, ya da yok olup gideceklerdir. Ama bu sorundan hareketle, "meşru olmayan bir şeyi meşru ilan etme, benzer gelişmelere kapı aralama" vb. DHKP-C'den ödünç alınma sakat anlayışlarla kendi iç sorunlarını şiddetle bastırmayı geçer yöntem kabul etme ya da başkalarının yaşadığının kendi başına da geleceği kaygısıyla bu şiddeti onaylama gibi bir duruma düşmek; devrim mücadelesi için asıl tehlike olandır ve bu sakat anlayış, küçük küçük yapıIardan çok daha fazla devrim mücadelesine zarar verir. Buna yakın geçmişin olayları en somut örnektir.

Bunlar, MLKP'nin özgül düşünceleri değildir. Bunlar DHKP-C'nin düşünceleridir. Bu cümleler noktası-virgülüne DHKP-C yayınlarından apartılmış sözlerdir. Bu cümlelerin gerçek sahibi olan tehlikeli kafa yapısının solda yarattığı erozyona ne yazık ki MLKP de ortak olmuş, bu kültürün yaygınlaştırıImasına katkı sunmuştur. MLKP kendisini sorgulamalı, DHKP-C'den ödünç aldığı çarpık anlayış ve yöntemleri terk etmelidir.

Bölünmelerin sola zarar verdiği bir gerçektir. Ancak sol içi şiddetin verdiği zarar bundan daha büyük olduğu gibi, bölünmelerin sorumlusu anlayış da doğru tespit edilmelidir. Bölünmelerin ardında yatan, tasfiyeciliğin her geçen gün biraz daha solda kök salmasıdır. Bölünmelerin önü alınmak isteniyorsa tasfiyecilik mahkum edilmeli, ideolojik-politik üretkenlik sürekli ve canlı kıIınmalı, devrimci yapıyı oluşturan bütün unsurlar sağIam bir politik donanımla donatıImalı, kolektivizme ve demokratik merkeziyetçiliğin demokrasi ayağına da işIerlik kazandırılmalıdır. Bunun başarılamadığı noktada, ne kadar kalın ve sert bir kaskla, kabukla, kemikleşme ile iç bütünlük korunursa korunsun, bir süre sonra içeriden başIayan çürüme, bir çözülme ve dağılma sürecini kaçınıImaz bir şekilde başIatacağı gibi, yapıyı dışarıdan etkilenmelere çok daha fazla açık hale getirecektir. Ülkemiz solunda çarpıklığın, çürümenin, bölünüp parçalanmanın temelini asıl olarak burada aramak gerekir. Yoksa "bölünme fobisi" ile örgüt içi ve sol içi şiddeti meşrulaştırma çabası kimse için çıkar yol değildir.

İdeolojik-siyasi çizgi, gelenek vb. konusunda bugün çokça laf eden MLKP, bu konuda en az konuşması gerekenlerdendir. Çünkü kendisinin ne herhangi bir ölçüye gelen, tanımlanabilen ideolojik-siyasi çizgisi vardır, ne de "gelenek" olarak adlandırıIabilecek bir tavır ve anlayış sürekliliğine sahiptir. Bileşenlerinin tarihi ile birlikte ele aldığımızda karşımıza sürekli arayış içinde olan, bir kimlik sahibi olmak için sürekli biryerlere yaslanmaya çalışan bir anlayış çıkar. MLKP bileşenleri hep sürüklenen olmuştur. Kimi zaman arkasından koştukları Doğu Perinçek vardır, kimi zaman Çin, kimi zaman Arnavutluk. Bugün de Arnavutluk'un kalıntıları arasında kendilerine bir ideolojik siyasi dayanak, bir kimlik arıyorlar. Çevre, grup, kafadar nitelemeleriyle sadece devrimci hareketimize değil, Türkiye devrimci hareketinin köklü mirasına da saygısızlıkta sınır tanımayan MLKP, önce kendi durumunu sorgulamalıdır. Çevre, grup, kafadarlık; herhangi bir ideolojik-siyasi çizgiden yoksunluktur, sürekli bir şeylerin arkasından sürüklenmektir, bir yerlere dayanarak kendini yaşatmaya çalışmaktır. Bu tanımın tam karşılığı ise MLKP tarihinde ve bugününde anlamını bulur. MLKP türünden siyasi çizgiden, kimlikten yoksun yapıIarın tüm devrim deneyimlerinde olduğu gibi ülkemiz mücadele sürecinde de etkisi, gücü hep dönemsel, hep sınırlı olmuştur. Yenilmiş ruh halinin, tasfiyeciligin yarattığı bu tür akımlar, mücadelenin güçlenmesine bağlı olarak kendi çap ve cürümlerine oturacaklardır. Ki MLKP süreci bunun iyi bir örneğidir. İlk ortaya çıktığı 1994 koşullarında mücadele arenasında egemen olan tasfiyeciliğin yarattığı zeminde varlık ve yaşama koşulları bulmuş, hatta kendilerinin dahi beklemediği bir şekilde "güç" olabilmişIerdir. Ama bugün süreç yeniden kendi doğal koşullarına dönmeye, tasfiyeci dalgalar kendi sınırlarına çekilmeye başIamıştır. MLKP bu tasfiyeci dalga içinde çok küçük bir çırpıntı idi, yeniden aynı seviyeye düşme sürecindedir.

Türkiye solu gerçekten garipliklerle dolu. Bir dönem TDKP'den ayrıIırken bir grup hüviyeti taşıyan, arayış içinde olan EKİM, bir süre sonra kendisini komünist hareketin merkezine oturtarak, milliyetçiliği PKK, küçük burjuvaziyi DHKP-C, komünist hareketi biz temsil ediyoruz, geriye kalanlar ara akımlardır, tasfiye edilmelidir diyebiliyordu. Bu tespitin de, tasfiyenin nasıl olacağı sorusunun da ayakları havadaymış gam degil! Bu mantık tehlikelidir. Söz gelimi MLKP, EKİM'e göre ara akımdır, tasfiye edilmelidir. Oysa politik olarak bunu ideolojik platformda gerçekleştirme gücünden yoksundur. Ama yarın fıziki bir "güç" olsa, bu mantık şiddeti devreye sokan bir gelişme de gösterebilir. Solun önemli bir kesiminde bu potansiyel mevcuttur. Soruna "güç" penceresinden bakanların, kendilerini "güçlü" hissettiği noktada kendisi dışındaki yapıIarı tasfiye planının bir parçası olarak siyaset yasakları getirmesi bu şiddet potansiyelinin sonucudur. Türkiye solunun geçmişi, bu tür olumsuz yaşanmışlıklarla doludur. Bu çarpık anlayış aşılmadığı sürece, kurulan birliklerin de sağIıklı yürümesi mümkün değildir. Başkasının gelişmesini kendi gelişimi önünde engel gören, kendi dışında hiç kimseyi devrimci görmeyen bir kafa yapısının birliklerden beklentisi de buna paralel olacaktır. Ve eğer soruna "güç" penceresinden bakıIıyorsa, "anti-faşist devrimci savaşımda" üstlenilen roller açısından bakıIıyorsa, bu kadar yüksek perdeden konuşan MLKP'nin bugün Türkiye solunda hangi devrimci örgütün -kendileri de dahil- bu savaşta etkin bir güç olduğunu cevaplaması gerekir. MLKP kendi durumunu bu denli abartmamalı, birliğin içeriğini zayıflatacak ve geçmiş birlik girişimlerinin başarısızlığında rol oynayan kendini dayatmaların sonuçIarını hatırlamalıdır. Birliğin kuruluş bildirgesinin birinci maddesinde yer alan birbirinin bağımsız ideolojik, siyasi, örgütsel varlığına ve faaliyetlerine saygı ilkesinin anlamını bir kez daha sorgulamalıdır. Devrimci Birleşik GüçIer, kendisini oluşturan bileşenlerin tek başIarına taşıdıkları etki gücünün aritmetik bir toplamı değildir, böyle görülmemelidir. Böyle olmadığı içindir ki bir konsensüs yakalanmaya, Türkiye ve Kürdistan halklarına bir mesaj verilmeye çalışılmaktadır. Soruna kaba bir "güç" toplamı penceresinden yaklaşmak oldukça sığ bir politikadır ve Türkiye solunun geçmişi bu sığ politikanın olumsuz örnekleriyle doludur.

Varlığımızı yokluğumuzu tartışarak "bu aynı zamanda gerçek bir ideolojik ve politik temeli olmayan yapay parçalanmalara tavır almak bakımından da önemlidir" diyen MLKP, ideolojik ayrılığımızın bazı maddelerinin, değerlendirme farklıIıklarına rağmen, kendi bileşenleri tarafından dile getirildiğini unutmuş görünüyor. MK'nın, kongrenin, konferansın, genel komitenin olmadığı bir örgütsel işIeyişe ilişkin eleştirilerin ideolojik ayrıIık noktaları olarak kabul edilmesi gerektiğini geçmişte kabul eden MLKP bileşenleri, DHKP-C'nin gelenek temsilciliğini savunmayı kendine görev addederken, ayrılığımızı yapay göstermek çabası içerisine de girme gereği duyuyor. DHKP-C ile ideolojik-politik-örgütsel olarak farklı düştüğümüz noktalar, yaşanan beş yıIlık ayrıIık sürecinde izaha gerek bırakmayacak denli açık bir şekilde ortaya çıkmıştır. Sosyalizm anlayışımızdan savunduğumuz ideolojik-politik hatta kadar, örgütlenme anlayışımızdan güncel politika tarzımıza kadar, kadro anlayışımızdan, örgütsel işIeyiş ve ilişki sistematiğimize kadar her noktada farklı düştüğümüz DHKP-C ile aramızdaki farkı değerlendiremiyorsa bu MLKP'nin bir "tahlil" sorunu olduğunu ya da böyle davranmak için sübjektif bir nedeni olduğunu gösterir, bizim ayrıIığımızın yapaylığını değil. MLKP ille de bir yapaylık bulmak istiyorsa tasfiyeciliğin ayrıIığı gerçekleştirme yöntemlerine bakmalıdır. Çünkü gerçekten de sorunun bütün kadrolar nezdinde sağIıklı bir ideolojik-politik tartışmasının yapılmasının önünü keserek, yapay bir saflaşmayı dayatan tasfiyeciliğin kendisidir. Bu tasfıyeciliğin genel tavrıdır. Açık bir ideolojik-politik hesaplaşmadan kaçarak, kendi tasfiyeci görüşIerini örgüte sinsice sızdırır ve tüm bünyeyi sarar. Örgütümüzde ayrıIığın gerçekleştiği günlerde de tasfiyeciliğin politikası bu olmuştur. Menşevik-Bolşevik ayrıIığının "örgüt üyeliği" gibi bir sorundan başIadığını ve çok basit gibi görünen bu ayrıIık nedeninin iki farklı devrim anlayışına tekabül ettiğini, ayrıIığın gerçekleşmesinin ardından Bolşeviklerin azınlıkta, Menşeviklerin çoğunlukta bulunduğunu ama devrimin gelişiminin tüm bu aritmetiği alt-üst ettigini hatırlamak bile "ideolojik mi yapay mı" sorusuna cevap ararken dikkate alınması gereken kıstasları görmeye yeterlidir.

Devrimci hareketin varlığını-yokluğunu tartışmak MLKP'ye düşmez. Yaşam buna en iyi cevaptır. Mücadele bunu gösterecektir. Devrimci hareketimizin ayrıIık sürecinde yaşadığı sıkıntı ve sancıIar ortamında nasıl bir pratik sergilediği de ortadadır. Eğer sorun "eylem"se, MLKP'nin oluşumundan bu yana ortaya koyduğu anti-faşist eylemliliklerin toplamı, devrimci hareketimizin 1993'ün ilk üç ayında ortaya koyduğu eylemlilikleri bulmaz. Hem de, oligarşinin ve DK çetesinin aynı paralelde devrimci hareketimizi bitirmeye yönelik saldırıIarına rağmen. MLKP bazı şeyleri söylerken, Devrimci Sol'un anti-faşist mücadeledeki rolünü göz önünde bulundurarak konuşmalıdır. Bir Devrimci Sol kadrosunun tek başına yaptığı eylemlilikler bile MLKP'nin tüm tarihi boyunca (buna TKP/ML Hareketi ve TKİH/Halkın Yolu/Militan GençIik tarihleri de dahildir) ulaşamadığı zenginlik ve etkiye sahiptir. MLKP biraz mütevazı olmayı öğrenmelidir. Yeni kuşak kadro ve kitlesi bunları bilemeyebilir ama tarihin belleği ve sınıflar mücadelesinin birikimi üç-beş yıIdan ibaret değildir.

Yaşadığımız sorunların, olumsuz koşulların, her cepheden saldırıIarın küçük bir kısmını yaşamış olsaydınız şimdi kaç parça olmuştunuz, sizden geriye bir şey kalır mıydı bilemiyoruz. Anti-faşist mücadeleden bu kadar yüksek sesle söz edenler tarihleri boyunca faşizme kaç kurşun sıktıklarını da düşünmelidirler. TKİH mi? TKP-ML Hareketi mi? 80 öncesi de, 80 sonrası da ortadadır. MLKP adını aldığınızdan bu yana ortaya koyduğunuz anti-faşist eylemlilikler ortadadır. MLKP'nin siyasi pratiği, siyasi gündemi ortadadır. Kendiliğinden ortaya çıkan kitle eylemlerinde en büyük pankartlarla, en önde yer almak ve sonra "ayaklanma" manşetleri atmak. Bunun dışındaki bütün gündeminiz belirli olayların yıIdönümlerini, devrimci mücadele açısından önem taşıyan günleri beklemek, koca koca pankartlarla, kızıl ve orak-çekiçli maskeleri kuşanarak bu eylemlere katıImak -bu arada pankartların en önde taşınması kavgası yaşanır- ve cam-çerçeve indirerek ayaklanma provası -provakasyonu- gerçekleştirmektir. Sonra daha büyük ve daha renkli pankartlarla, daha kızıl ve daha fazla sayıda maskelerle bir sonraki yıl dönümü beklenmeye başIanır. Devrimci Sol'a anti-faşist mücadele dersi verme durumunda değilsiniz. Devrimci Sol'un tarihi bunun zengin bir pratiğidir. Tarihiniz boyunca bu pratiğe "maceracılık" diyerek yan baktıktan sonra şimdi bir kaç eyleme sığınarak yüksek perdeden konuşmak sizi yüceltmeyecektir.

Devrimci hareketimiz hiçbir zaman kendi iç zaafını, ve o zaaftan kaynaklı sorunlarını yok sayarak bir davranış sergilemedi. Aksine, yaşadığı sorunları açık yüreklilikle ortaya koymayı, devrimci ve ahlaki bir sorumluluk olarak benimsemiştir. Bunu devrimcilik anlayışınin bir sonucu görmektedir.

Devrimci hareketin ayrıIık sonrası yaşadığı sorunlar tüm devrimci kamuoyunun bilgisi dahilindedir. MLKP bileşenleri de biliyor. MLKP dürüstlükle cevaplamalıdır; devrimci hareketin yaşadıklarına hangi güç dayanabilirdi? Solun "aman bulaşmayalım" dediği, bu sorundan kaçtığı noktada, iç sorunlarımızın, sancıIarımızın en yoğun olduğu dönemleri yaşadığımız halde devrimci değerleri sahiplenen, siyaset yasaklarına boyun eğmeyen onurlu bir tavrın sürdürücüsü olduğumuz gibi, devrimci mücadelenin gereklerini yerine getirmeye çalıştık. Kendimizi ne abarttık, ne küçülttük. Gerçek ne ise onu konuştuk, onu yazdık.

MLKP açık konuşmalıdır. Siyaset yasağı doğrudur, matbaa kundaklanabilir, dergi bürosu basılıp kurşunlanabilir, insanlara pusu kurulabilir, katliam yapıIabilir, insanlar kaçırıIıp, sorgulanıp, infaz edilip ıssız bir yere atıIabilir, ihbarcıIık mubahtır, bunların hepsi de devrimciliktir, gelenek sahibinin hakkıdır diyebilmelidir, demelidir. Ki MLKP kendi pratiğinde de, ideolojik-siyasi sorunlarda, örgütsel çelişkilerde şiddet kullanmanın, ev basıp insan kaçırmanın, pusu kurmanın ve devrimci kanı dökmenin yani cinayetle tanımlanan bir şiddetin örneklerini sergilemiştir. "Anti-faşist mücadele" kavramına yaslanarak, "güç" gösterileriyle bu gayri-meşru pratiğini meşrulaştırabileceğini düşünmemelidir. MLKP'nin, bu gayri-meşru pratiği nedeniyle ülkemiz devrimci hareketine vermesi gereken bir hesabı vardır. Eğer bir meşruluk-gayri meşruluk tartışması yapıIması gerekiyorsa, o da budur.

Bizim söylediklerimiz açıktır. Devrimci hareketimiz olumsuz bir süreç yaşamıştır. 1993-94 yıIlarında, ardarda yediğimiz merkezi operasyonlarla devrimci hareket önemli bir güç kaybına uğramış, buna yaşadığımız iç sorunların çarpık tarzda ele alınışının yarattığı sorunlar da eklenince bir gerileme ve düşüş yaşamıştır. Bunlar tüm yazı ve değerlendirmelerimizde açıkça ifade edildi. Sır da değildir. 1996 yıIından itibaren devrimci hareket bu sürecin muhasebesini yaparak yerli yerine oturtmuştur. MLKP okuma zahmetine katlanmalı.

Ülkemiz devrimci hareketinin tarihi de, dünya devrimci hareketlerinin tarihi de zengin deneylerle doludur. Bu deneyler incelendiğinde, devrim yolunun dümdüz bir hatta ilerlemediği, bir devrimci hareket tarihinin iniş-çıkışlarla dolu olacağı görülecektir. Bir devrimci harekete, onun tarihsel gelişimi bir bütün olarak değil de bir kaç yıIIık zaman dilimi baz alınarak yöneltilen "siz bir şey yapmıyorsunuz, siz şu anda ‘güç!’ değilsiniz, sizi devrimci görmüyoruz" suçIaması kadar saçma, bilim ve ahlak dışı bir mantık kabul edilemez. Eğer bu mantık geçerli olsaydı, MLKP bileşenlerini oluşturan TKİH ve TKP-ML Hareketi de dahil olmak üzere solda bir çok yapının devrimci görülmemesi gerekirdi. Kaldı ki devrimci hareketimiz tüm bu sorunlu süreci geride bıraktığı gibi, en sorunlu, MLKP'nin kıstasına göre en "güç"süz olduğu dönemlerde dahi, devrim mücadelesinin gereklerini gücü oranında yerine getirmeye çalışmış, hiçbir gelişmeye duyarsız kalmamıştır.

Evet, bizler bu süreci azımsanmayacak bir değer ve güç kaybıyla yaşadık. Ancak sorunlarımızın çözümünde ve kaybettiklerimizin yeniden kazanıImasında gösterdiğimiz kararlıIık ve inat sağIıklı bir bakış açısının saflarımızda egemen kıIınması ve sorunlarımızı devrimci dinamiklerimizi harekete geçirerek aşma politikalarımız, devrimci hareketimizi bugün yeniden sınıflar mücadelesindeki yerini almaya getirmiştir. Hiç kimsenin kuşkusu olmasın ki, uzun yıIların tecrit politikasına ve ihanet dolu saldırıIarına rağmen ayakta kalan bu hareket, bu güç birliğinin kendisine yüklediği sorumlulukları yerine getirmeye muktedirdir ve gelecekte bugünkünden çok daha güçlü bir şekilde bu görevleri omuzlayacaktır.

Bugünkü birlik çabası henüz ilk adımlarını atmakta ve belli zayıflıklar taşımaktadır. MLKP bir çok yönüyle bu birliğin zayıf noktalarından birini oluşturmaktadır. Sol içi çelişkilere bakışı, tavırları, saldırıIarı yanında ilk toplantılardan itibaren izlediği iki yüzlü, fiskosçu ilişki tarzıyla, dengesizlikleri, tutarsızlıklarıyla, dayatmaları ve birliği yıkmaya çalışan tasfiyeci anlayışın beşinci kolu olarak yorumlanabilecek yaklaşımlarıyla birliğin önemli bir zayıf noktasıdır. Öncelikle anlayış düzeyinde bu zayıflıkların üzerine gidilmelidir. MLKP'nin birliğin güçIenmesinde ve geleceğinde oynayacağı rol, bu zayıflıklarını giderme yönünde göstereceği samimiyet ve sergilediği pratikle doğrudan bağIantıIıdır. Şu an böyle bir güven vermiyor, sergilediği tutarsızlıklar onu birliğin en zayıf halkası, en güvenilmez noktası haline getirmiştir. Ancak bizler birliği salt güçIerin bir araya getirilmesi, matematik bir toplam olarak kavramıyoruz. Birlik zemini aynı zamanda zayıfı destekleme-güçIendirme zeminidir. Bu ise birliğin aynı zamanda öğrenme-ögretme zemini haline getirilmesiyle mümkündür. Bu noktada öğrenmeye en çok ihtiyacı olanın MLKP olduğu gerçeğinden hareketle elimizden geleni yaparız, bu konuda herhangi bir yargı vb. ile de hareket etmeyiz. MLKP'nin devrimci olmayan hatta düşmanca yaklaşımları bizi pek etkilemez çünkü bunların dönüp sahibini vuracağını daha baştan biliyoruz ve yaşanan bir kaç haftalık süreç de bunu yeterince açık biçimde ortaya koymuştur. MLKP'nin de bunları görmesini isteriz. MLKP, "bu birlikten bir şey çıkmazsa" diyerek gelecek için yatırım yapma, birilerine hoş görünme çabasını bir kenara bırakmalıdır. Özellikle de dönemsel taktiklerini bu birliği yıkma üzerine biçimlendiren tasfiyeci anlayışın sözcülüğü ne MLKP'ye, ne de birliğe bir şey kazandırmaz. Mesaj gönderilen anlayış MLKP'yi çok iyi tanıyor ve bu mesajın altındaki niyeti de çok iyi biliyor. MLKP, düşüncelerini, görüşIerini bu şekilde pazarlamaktan, görüntüyü kurtarma amaçlı şerhler-bildiriler yayınlamaktan vazgeçmeli; düşüncelerini fiskoslara, kulislere başvurmadan, birlik platformunda net bir şekilde ortaya koyabilmeli, muhataplarıyla tartışabilmelidir. Gerisi dedikodudur, gösteridir, ciddiye alınacak bir yönü yoktur. Ama hiç kimsenin de bu yöntemlerle birliğin ciddiyetine gölge düşürmeye hakkı yoktur.

Bu güç birliğinin gereklerinin yerine getirilmesi noktasında bizler, sarf ettiğimiz her sözün yerine getiricisi olacağız. Mücadele turnusoldür, hep beraber yaşayacağız!

HALKLARIMIZIN ORTAK MÜCADELESI, BİRLİK ÇABALARINI ZAAFA UĞRATACAK DÜŞMANCA YAKLAŞIMLARIN DEĞİL, DEVRİMCİ DAYANIŞMANIN ÜZERİNDE YÜKSELECEKTİR!
YAŞASIN HALKLARIN KARDEŞLİĞİ!
YAŞASIN DEVRİMCİ DAYANIŞMA!
HAKLIYIZ KAZANACAĞIZ!
DEVRİMCİ SOL
18 Haziran 1998

[DS sayfasına]
[Ana sayfaya]